Kayıtlar

İBADET İÇİN YARIŞIYORUZ, YOK MU ARTIRAN

Şimdi önce şunu bir netleştirelim. Cami vardır, bu caminin minaresi, şadırvanı, abdesthanesi, (eskilerde kalsa da) avlusu ve ibadet alanı vardır. Bu ibadet alanı, içinde herkesin ibadet edebildiği, kimseye yasak olmayan alandır. Bir de, bizim camilere has olduğunu tahmin ettiğim, yanlışsam düzeltirsiniz, hanımlara mahsus alan vardır. Hanımlara mahsus alan demek, ‘kadınlar buradan öteye geçemez’ demek değil, ‘buraya erkekler giremez’ demektir. Caminin asıl ibadet alanı da erkeklere mahsus alan değildir. Buraya kadar problem yok. Hanımlara mahsus alanların zaman içinde iyileştirildiği söylense de, hayatı pek de büyük olmayan 6 ve büyük olan 1 şehirde geçmiş biri olarak söyleyebilirim ki gerçek pek de öyle değil. Sizin iyileştirmekten kastınız ne bilmiyorum. Mesela hala Anadolu’da yol üstünde herhangi bir camiye girdiğimizde elektrikli süpürgelerin depolandığı ama asla süpürülüp temizlenmeyen, buz gibi alanlarda namaz kılmak zorunda kalıyoruz. Bacaklarından rahatsız olup oturarak namaz

Cuma Günü Uçmayan Kuş

Resim
2012 yılından bu sahne. Samet Doğan’ın Cuma Günü Uçmayan Kuş’unu okuyalı epey oldu. Son zamanlarda okuduğum en insani romandı Cuma Günü Uçmayan Kuş. Kitabın yazarını haberlerinden ve sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla, hamasi bir roman olmayacağını, bize bir kahramanlık hikayesi anlatmayacağını biliyordum. Aslında ben kitabı elime aldığımda herhangi bir karakterin üzerinden Suriye’yi okumayı  beklemiştim. Ya da yazar, kendi adına başkasını konuşturur diye düşünmüştüm. Ancak kitapta yazarın bizzat kendisiyle karşılaştım. Kitabın insani noktası da işte burada başladı. Yüreğime dokunan elbette Suriye’de yaşananlar, elbette bombalar, kan, toz ve yıkılıp giden hayatlar, hayaller… Ama benim için kitabı insani yapan şey yazarın bütün zaaflarını, doğrularını, yanlışlarını açık yüreklilikle anlatmış olmasıydı. Bir kahramanlık hikayesi beklemiyordum; ama bilmediğimiz bir karakter üzerinden anlatılacak bir hikaye bekliyordum ben. Yazarın kendi hikayesini anlatması benim için hayalkırıklığ

Meşruiyetinin Bedeli

Şu sahneyi hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. Cumhurbaşkanımız (dönemin Başbakan’ı da olabilir bak orasını pek hatırlamıyorum) bir programdaydı. Kameralar kayıttaydı. Programın sonunda kucağında çocukla bir kadın yaklaştı kendisine. “Erken evliliklerle ilgili mağduriyeti giderin, sizden bunu istemeye geldim” dedi kadın. Tayyip Erdoğan “İnşallah, önüne geçeceğiz erken evliliklerin” gibi şeyler söyledi. Kadın şaşırdı bu cevap karşısında. “Ben evlendim, sen reşit değilsin diye devlet benim kocamı içeri attı, 2 senedir kocam içerde” dedi. Hatta tam ifade bu muydu hatırlayamıyorum ama erken evlilik yasağını kaldırın anlamına gelebilecek sözler de söyledi. Bu sefer şaşıran Tayyip Erdoğan’dı. Tabi onunla birlikte bizler de ekran karşısında şok geçirdik. Çocuklar gelin olmasın diye uğraşırken insanlar, kadın bu yasağın kaldırılmasını istiyordu.  Gülüp geçtiğini hatırlıyorum Tayyip Erdoğan’ın.  Yasaların izin vermediği sınırlarda   ÇOCUK AKLI na uyup,   CAHİL lik edip, belki de gerçekten rı

Tövbe mi Estağfurullah-2

Evet, film beklentilerimi karşıladı. Filmi hem sinematografik hem de dini açıdan eleştirebilecek kadar sinema ve İslam tarihi bilgisine sahip olduğumu düşünmüyorum. O yüzden filme çok büyük beklentilerle gitmedim. Daha önce hiç üç saatlik bir filmi kesintisiz izlemediğim için film beni ayılıp bayıltmadan koltuğa bağlasın, bittiğinde ağzımda hoş bir tat bıraksın, müzikleri beni cezbetsin, bir de kendimce hakaret sayabileceğim diyaloglar ve sahneler barındırmasın istedim. Böyle olursa benim için Çağrı’dan bir farkı olmaz diye düşündüm; çünkü sinemayla tek bağım Çağrı filmi. Filmde cidden rahatsızlık duyduğum tek noktayı görmezden gelirsem aynen de böyle oldu. Filmin eleştiri noktaları üzerinden gidebiliriz. Öncelikle evet, ciddi anlamda bir mucize çocuk durumu var. Film Peygamber Efendimizin hayatının 12 yaşına kadar olan dönemini anlatıyor ve tamamen olağanüstü özelliklerle donatılmış bir çocuk çıkıyor karşımıza. Bunların bir kısmı için doğruluk payı yoktur denilemez. Açıkçası bund

Tövbe mi Estağfurullah

Malum film hakkında yazmayanı dövüyorlar. Ben de bir iki kelam edeyim bari. Önce filmi izlemeden önceki duygu ve düşüncelerim. Açıkçası filme zaten gidecektim ama koşa koşa gitmemin sebebi “Aman ha filme gitmeyin, ben dinden çıktım siz çıkmayın” diyenler oldu. Anarşiklik bizim işimiz. Filme dair bir iki tanesi hariç doğru dürüst eleştiri yazısı okuyamadım maalesef. Ya rahatsızlık noktalarının ne olduğunu belirtmeden “Bu İran filmine gitmeyin, dinden çıkarsınız” diye düşmanlık körükleyenlerin ya da filmde her şey mükemmelmiş, Mecidi Allah’ın sevgili kuluymuş da asla hata yapmazmış gibi filmin yılmaz savunucularının yorumları vardı ortalıkta. Takdir edersiniz ki son derece aydın bir kişilik olarak bu iki kutuplu yorumların hiçbirini sallamadım. ‘Gitmeyin’ diyenleri biraz sallamış olabilirim, evet. Onların gazıyla koşa koşa gittim filme. Bu yorumların tamamı film izlenmeden yazılmış, izlendikten sonra yayınlanmış hissi uyandırdı bende. Ki filmi izlediğimde de bu hissimde ne kadar haklı o

BİR GARİP #öyp50d MEVZUSU

Şimdi sizin kafanızda iki tane soru işareti var: 1- ÖYP nedir? 2- Nasıl atılır? Önce 1’den başlayalım. ÖYP, yani Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı, adından da anlaşılacağı üzere, çoğunlukla yeni açılmış ya da az gelişmiş üniversiteler için öğretim üyesi yetiştirmeyi amaçlayan, 2010 yılında YÖK tarafından uygulanmaya başlanan bir programdır.  Bir üniversiteye ÖYP kapsamında araştırma görevlisi olarak atanabilmeniz için sahip olmanız gereken şeyler iyi bir lisans ortalaması, yüksek bir ALES puanı ve pek çok üniversitenin doktora başvurusunda bile istemediği sınırda (65 puan) bir YDS puanıdır. Bu üç puanın belli oranlarla ortalaması alınarak ÖYP puanınız hesaplanır, sonra siz kadro açan üniversiteler arasında tercih yaparsınız ve ÖYP puanınız yeterli gelirse bir üniversiteye merkezi yerleştirme ile araştırma görevlisi olarak atanırsınız. Buraya kadar her şey gayet normal ve şeffaf görünüyor. Yani kimse sizin önünüze “x kişisi hakkında çalışma yapmış olmak, yüksek yerlerde (yüksek yükse
Tarih 01.08.2016. Saat şu anda sabaha karşı 03.00. Bu satırları yazmaya başladım. Nasıl anlatacağım nereden başlayacağım hangi birinden bahsedeceğim, bilmiyorum. İçimde coşan, taşan bir şey var ama kelimelerle ifade etmem mümkün değil. Temmuz bitmeden dergiyi yayınlayalım demiştik. Demiştik ama anlatmak o kadar zor ki! Meclis yakınında oturan arkadaşım jetlerin videosunu gönderdiğinde hissettiklerimi nasıl anlatabilirim? Hemen koşup neden TRT’yi açtığımı bilmiyorum. TRT’de bitmek bilmeyen hava durumunu gördükçe elimin ayağımın titremesini, kardeşimin yutkunmasını nasıl anlatabilirim? O bildiri okunurken tuhaf bir şekilde bildirinin geçerliliğini sorguladım. Evet, o bildiri geçerli değildi; hiçbir şekilde o bildiriye uymayacaktık; ama Tayyip Erdoğan neredeydi? Bitmek bilmeyen o dakikaları nasıl anlatabilirim? Ya hiç duymasaydık sesini! Sincan’da 19 yıl önce tankların yürüdüğü meydanda gördüğüm insan akınını nasıl anlatabilirim? Çok eylem gördüm Sincan’da, çok kalabalıktı hepsi, böyles